Nevsin Mengü yazdı: Türkiye yine pirince giderken bulgurdan mı oldu?

TAKİP ET

Şubat ayında iktidar, nicedir Avrupa'nın gözünü korkutmak için elinde tuttuğu sığınmacı kartını kullanmaya karar verdi. Sığınmacıların artık sınırda durdurulmayacağı açıklandı. Ve sınıra sığınmacı başladı. İçişleri bakanı, sınıra 'mübarek sığınmacımetre' kurulmuş gibi her gün sözde Avrupa'ya geçenlerin sayısını vermeye başladı. Sayı arttıkça millet coştu kabardı. 'Yeter artık biz çok baktık şimdi de Avrupa baksın' diyenler bir bir ortalara saçıldı.

Ne var ki, ortada bir sorun vardı. Türkiye’nin sınırı açması bir şey ifade etmiyordu, zira Yunanistan sınırını kapatmıştı. Türkiye tarafından geçenler Yunanistan tarafından biber gazıyla püskürtüldü. Bir kısmı Meriç’ten bir kısmı da belki Ege’den Yunanistan’a geçebildi. Ege’den geçen kimi botları da Yunanlar kıyılarına yanaştırmadı. İnsanlar resmen arafta kaldı.
 
Sığınmacıları DW Türkçe için yakından takip eden gazeteci Burcu Karakaş, iki sınır arasında bekleyenlerin kendisine, “Türkiye bizi kandırdı” dediğini söyledi. Sığınmacıları, bir şekilde(!) sınırın iki tarafının da açık olduğu intibası verilmiş, pek çoğu buradaki işinden ayrılmış, son biriktirdiği parasını harcamış, Avrupa’ya geçeceğim diye sınıra gelmiş. Olan onlara oldu.
 
Sınırda bekletildiler, bekletildiler, şimdi geri geliyorlar. Sığınmacıların bekleyişlerinin ilk günlerinde ilgi büyüktü. Yardım kuruluşları, gönüllüler, çadırlarla, yiyecek giyecek malzemeleriyle sınıra akın etti. Sınırda per perişan bekleyenlerin görüntüleri iktidarın pek bir işine yaradı. ‘Zalim Avrupa kapıları açmıyor, insanları süründürüyor’ imajı verildi. Hatta bir sosyal medya kullancısı fotoğraf kulüplerinin de sığınmacıların sanatsal(!) fotoğraflarını çekmek için sınıra geldiğini yazdı. Haberler yapıldı, fotoğraflar çekildi. Sınırı açmayan Yunanistan eleştirdi, sonra bu insanlarla herkesin işi bitti. Kaldılar bir başlarına.
 
Şu anda sığınmacılara yardım etmeye çalışan bir avuç aktivist var. Benimle her gün düzenli olarak paylaştıkları bilgileri sizlere aktarmaya çalışacağım. Önce sığınmacıları için dağıtılan yemek azaltıldı. Soğuktan korunmak için ateş yakmalarına izin vardı, güvenlik gerekçe gösterilerek ateş yakmaları yasaklandı.
 
Soğukta aç süren bekleyiş sinirleri gerdi. Zaman zaman Afgan ve Suriyeli gruplar arasında kavgalar çıkmaya başladı.
 
Kimileri umudu kesti geri döndü, kimileri beklemeye devam etti. Son kertede, bu insanların artık sınırda beklememesi gerektiği anlaşılan Ali(!) devletimizce kararlaştırıldı. Otobüsler organize edildi ve bu sığınmacılar peyder pey İstanbul’a getirilmeye başlandı.
 
Şimdi bu insanların sağlık durumları nedir Allah bilir. Kimisi corona virüsü taşıyor, kimisi taşımıyor. Anlaşılan şu anda bilmek olanaksız.
 
Bu göçmenlerin İstanbul’da kalması da anlaşılan istenmiyor. Kayıtlı oldukları illere gitmeleri otoritelerce teşvik ediliyor. Pek çoğu Avrupa’ya gidiyorum diye kiradaki evinden çıkmış, çıktıkları evler başkalarına kiraya verilmiş. Kimisi son parasını harcadığı için beş kuruşsuz kalmış. İyi kötü kendine iş bulmuş olanlar, nasılsa gidiyorum diye işlerinden ayrılmış. Patronlar yerlerine başkasını bulmuş, işlerini geri vermiyor.
 
Şimdi açıkta ortada kalanlar, bir de salgından korkuyor. “Ortada kaldık, bir de bu hastalığı kaparsak ne olacak” diyorlar.
 
Türkiye, ‘sığınmacı kartımı kullanacağım, Avrupa’yı rezil edeceğim’ derken, çok ama çok ağır bir tablonun ortaya çıkmasının sorumlusu oldu. Savaşlar nedeniyle ortada kalmış bu insanların pek çoğunun umutlarıyla oynandı. İşlerini, evlerini kaybetmelerine yol açıldı. Şimdi hem kendi sağlıkları tehlike altında, hem de kamu sağlığı açısından risk oluşturuyorlar.
 
Bir sosyal medya kullancısı, “Reis demek istediğini aldı ki, göçmenler geri çekiliyor” yazmış. Türkiye acaba ne istedi, istediğini aldı mı, aldığına değdi mi, yine pirince giderken bulgurdan mı oldu? Takdir sizin.
 

türkiye mülteci edirne sınır kapısı suriyeli