Bu günler zor geçiyor, evlerimize kapandığımız bu günlerde kalabalıkların içinde kendimizi, sorunlarımızı bir an olsun unutmanın kolaylığı ve lüksünü şu sıralar pek yaşayamıyoruz. Ve anlıyoruz ki; bireysel mutluluk, özgürlük, kazanç gibi yere göğe koyamadığımız değerlerimiz! bir arada ve hep birlikte değil isek anlamlı değilmiş. Birbirimizin gözlerine bakmadan, dokunmadan, sarılmadan ve hatta tartışmadan, atışmadan tatlı- sert; keyfi olmuyormuş hayatımızın. Ağzımızın tadı eksik kalıyormuş. Hele hele gününüzün büyük bölümünü Kemeraltı gibi kocaman ve kendine has özellikleri olan eski bir çarşıda geçiriyorsanız.
Kemeraltı ne plaza ofislerine benzer ne de fabrika ortamı gibidir. Resmi kurumlara ya da bir AVM’de çalışmakla da ilgisi yoktur.
Kemeraltı hayatı diye bir olgu vardır ki bunu Kemeraltı hayatını yaşayanlar bilir. Öyle sanıldığı gibi kuru kalabalıktan falan ibaret bir çarşı değildir. Burada tarihi çarşının ne geçmişinden, ne tarihinden, ne de kültürel yapısından, ya da mimarisinden bahsetmiyorum. İnsanlar vardır Kemeraltında çok renkli kişilikleri ile sımsıcak sararlar sizi, ustalar vardır akademili, eğitimli değil belki ama bilgeliği ile iz bırakırlar zihninizde. Öyle anlar yaşarsınız ki bazen; insanlık ölmemiş dedirtir size. Dükkânları, satıcıları, ürünleri, renkleri, sesleri ve kokularıyla Kemeraltı Hayatı başkadır.
Dükkânlar, satılan mallar değiştikçe renkler ve kokular da değişir. Dükkânların çoğunda vitrin denen şey yoktur, ortadır satılan tüm mallar. Aynı malın satıldığı dükkânlar yan yana dizilidir; beşi, onu bir arada bulunur. Sokaklara ismini vermiştir bu durum. Keçeciler sokağı, mantocular sokağı, lokumcular, kahveciler. baharatçılar, halıcılar ve daha niceleri. Başlı başına bir kentin önünden geçer gibi geçersiniz önlerinden. Dükkânlardaki mallarda bunu bilir gibi süslenip püslenerek durur; sanki gelip geçenleri buyur etmek ister gibi içeriye. Böyle görkemli bir güzelliğin insan elinden ve emeğinden çıktığını bilmenin onuru şaşılmayacak gibi değildir.
Kemeraltı zamanın tanığıdır, Zaman; üstümüzde ve yaşadığımız yerde iz bırakıp geçerken, geçen zamanı değerli kılan ise toplumun her kesiminde aynı izi bırakarak yarattığı ortak hafıza, kolektif bilinçtir.
İşte Kemeraltı çarşısı da bu ortak bilicin oluştuğu nadir alanlardandır. Toplumun büyük kesiminde ortak bilinç ve kolektif hafıza oluşması yaşam alanlarına duyulan aidiyet duygusunu besler.
Kentin bir parçası olmak, kentin sana ait olduğu duygusunu yaşamak, yaşadığı yere olan sorumluluk ve duyarlılığını arttırır. Kent kültürü, kentlilik bilincinin topluma yerleşmesi ve yeşermesi böyle olur.
Sanırım yukarıdaki psiko sosyolojik tespite okuyanların büyük çoğunluğu katılacaktır. Buna rağmen şimdi aşağıda yazacağım Kemeraltı çarşısının bu gün içinde bulunduğu durum tespiti için ise “hadi canım o kadar değil” diyecek bi o kadar kişi olacaktır okuyanlar arasında.
Tarihi çarşı ve çevresinde yaşayanlar ile burada çalışan esnaf bilir, yaşam mücadelesinin bu bölgede şehrin diğer yerlerine oranla zorluğunu.
Bu alan İzmir kent merkezinde olmasına rağmen alt yapı, üst yapı, sosyal hizmet alımında kısıtlı kaldı.
Adeta bölgenin etrafını çitleyip kent merkezini çeper gibi görmek, yok saymak sosyal adalet ve eşitliğe aykırı olarak, bu alanları kısıtlı ve yoksun bırakmak, “çöküntü, metruk ve kriminal hale gelmesine, öyle algılanmasına neden olmakta.
Tarihi bölge “bir mücevher” söylemi ve altındaki anlayış, Kamu, özel sektör, oda, stk. gibi kurum ve kuruluşlar, bu tarihi alanı pazarlanacak, kara, ranta dönüşmesi gereken bir baba mirası gibi görüyorlar. Bölgenin ve kullanıcısının yani yaşayan, iş yapan, mal sahibi olan, çalışan, işçisi ve memuru, günlük ziyaret, gezi ve alış veriş için tarihi çarşıya gelen yerli, yabancı insanların ihtiyaç ve sorunlarından bi haber. Ofis çıktısı “projelerle” tasarım ve disipline etmek amaçlı sermaye lehine müdahale peşinde adeta yarışıyorlar. Bu tür yukarıdan yapılan müdahale bölgenin ruhunun kaybolmasına alanın özgün yapısının bozulmasına, sosyal yapının yara almasına yol açacak soylulaştırma ve rantsal dönüşüm olacak bir uygulamadır.
Unutmayalım ki; eldeki değerin korunması cebinizdeki karı düşünerek değil, kardan feda ederek mümkündür ancak. Kar etmek düşüncesi ile yapılan müdahale ve projeler rant odaklı yatırımdır.
Dünyanın her yerinde korunmuş kültürel değerler, sermaye ve yatırım gözetilerek değil, gelecek nesillere aktarmak ve yaşatmak için kardan feda edilerek korunmuştur. Tarihi mirasımızı koruyup kolladığımız zaman, özgün ve yerel değerlerimiz doğal olarak kente ve topluma refah sağlayacaktır. Dünyadaki old town alanların turizm verileri bize korunan yerel değerlerin kıymetini gösteriyor.
Bu refahın paylaşılması ise sermaye, girişimci vs. den ziyade bölgeye yıllarca emek vermiş esnafın, burada yaşayan topluluğun hakkı olmalıdır. Bu değeri yaratan ve ayakta kalmasını sağlayanların bu refahtan sosyal, ekonomik, fayda sağlaması öncelikli olmalıdır. Şimdi bir düşünün, geçmişi yüzlerce yıla dayanan, yarattığı ekonomi ve kültürü ile Avrupa ticaret kültürünün oluşumuna katkı sağlamış, zamanın o görkemli çarşısı şimdi neden bu halde?
Bu güzelim tarihi çarşının çöküntü, metruk ilan edilmesi kimin, kimlerin sorumluluğudur? tarihi bölgeyi metruk ve çöküntü ilan etmek, yapılacak dönüşüm ve yatırım projelerine rant sağlamak, soylulaştırmanın yolunu açmaktan ve bölgede rant amacı güden şirketlerin ekmeğine yağ sürmekten başka kimin işine yarar?
Başka bir bakış açısı da İzmir i hızla kuşatan AVM lerin ticari menfaatleri uğruna, yöneticiler üstünde kurulan lobi baskılarının sonucu mudur, Kemeraltının kısıtlı kalmasının sebebi. Tam dünyanın içinden geçmekte olduğu zamana dikkat çekmek lazım. Corona virüs yaygınlaşınca yetkililer ‘’ toplu ve kapalı alanlarda kalmayın’’ uyarıları yaparken televizyon ve dijital platformlarda benim aklıma halk sağlığı açısından da KEMERALTI geliyor, dünyanın en büyük açık çarşısı, Allah’ın sopası yok diyorum içimden.
Görülmek istenmeyen gerçeklere dikkat çeken,yüreklere ve vicdanlara dokunur bir yazı olmuş!..Kemeraltı Çarşısı bir derya...