“Nasıl ölü bir adam ancak ölü halde görüldüğünde önem taşırsa, tarih sahnesine saçılmış yüz milyon ceset de hayalimizde silik bir görüntüden başka bir şey değildir. ”
Albert Camus/ Veba
Dünya birden bire nasıl da altüst oldu değil mi? İnandığımız, hizmet ettiğimiz, güvencede hissettiğimiz tüm değerler, sistemler bir anda çöküverdi. Artık elimizde bilim ve yalnızca onun yakabileceği umut ışığını beklemekten başka bir çare kalmadı.
“Dağlarına bahar gelmişken memleketin “ kapanıverdik evlerimize. “baharı kaçırmak…” diye dalları yeni filizlenmiş bir ağaç resmi paylaşmış dostum. Belli etmedim, abâd etmedim ama içim acıdı o fotoğrafta. “Ne güzel de anlatmış” dedim içinde olduğumuz zamanı. Çünkü başka zamanlarda olsak “kaçırmazdık “. Doğanın çiçeklenişini seyredecek, uzun ve kasvetli kışın gidişine şükredecektik belki de ve ısınan sahil kasabalarına göç edecektik her fırsatta.
Oysa artık hayatımızda covid19 virüsü vardı ve Yılmaz Erdoğan’ın şiirindeki gibi “ kapalı alanlarda sevişmeyi öneriyordu haber bültenleri “…
Korku.
İnsan soyunu hayatta tutan o iç duygu. İd’e işleyen ve her çağınızda sizi siz yapan öz. Nasıl da teslim alıverdi ruhumuzu. Aç kalma korkusuyla önce market raflarını boşalttık, tek kalma korkusuyla karantinaları ciddiye almadık ya da tam aksi; ölüm korkusundan evde kaldık.
Hangi dürtümüz neleri yapıp, neleri yapmamamıza sebep oldu bilemem ama tek bir şeyi açıkça gördüm bu salgında. Çoğu kimse “yaşamak “için “dışarda kalmak zorunda” olanı anlamadı. Onlar ki eşleri çoğumuzun, onlar ki evlatları, onlar ki biziz aslında. Onlar dışarıda olmasa nasıl ödenir ev kirası, elektrik faturası, kredi kartı. Çocuğun ilaçları, hanımın taksitli halısı… Nasıl ödenir yanında çalışan elemanın ekmek parası? Sokaklarda biriken ”çöplerimizi” kim toplar?
“- Kâğıt, hurda fiyatları artmış diyorlar. Çıkıp toplamalı. Maske taksam yeter gelir, elleri de sabunlu suyla yıkadım mı tamamdır akşamın çorba parası!
“- Evde kal diyorlar; geçen bir polis arabası durdu yanımda “ amca hadi evine, sokakta kalmak yasak, duymadın mı? Oğlum evim yok ki benim; ben yıllardır sokaklarda yaşıyorum. Nereye gideyim ?”
“- eee herif; şimdi ne yiyip ne içeceğiz bakalım; vaktiyle toplamadın alacakları şimdi vur başını duvara. Ben çocukları alıp anama gidiyorum, sende kal burada !”
“- u!lan İŞKUR kaydıyla zor bulduk şu 6 aylık işi, onda da patron ücretsiz izin dedi iyi mi? Şimdi ne b.k yiyeceğiz bakalım, tütünün kilosu olmuş 100 lira, sigara yoksa tütün var dedik onu da saramayacağız artık bu sıkıntıda.”
“- valla kardeşim bende olsa canın sağ olsun ama bende de yok malum bizimde ne olacağımız belli değil, elde avuçta ne varsa onla idare edeceğiz. Bende geçen gün babamdan borç istedim !”
Duyuyor musun bu konuşmaları? Sanmam çünkü bu azınlığın içerisinde değilsen kulağın haberlerde. Korona virüsünde son durum, saçma sapan önlem haberleri, kara komik videolarda boğulurken id’iniz empati duygusunu reddediyor çünkü! Ne olursa olsun hayatta kal diyor sana!
#EVDEKAL #BİRLİKTE BAŞARACAĞIZ diyor. Neyi başaracağız? Dünya bu büyük salgından sonra asla eskisi gibi olmayacak bunu biliniz. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bilim Kurulu üyelerimizden Prof. Mehmet Ceylan diyordu ya hani “Allah neden virüsleri yaratmış çünkü insanların belli bir sayı üzerinde çoğalmaması gerekir. “ Deyin ki ona Albert Camus’un Veba romanında kaleme aldığı gibi “İşte şimdi Tanrı'nın ışığından yoksun bir halde vebanın cehenneminde uzun süre kalacağız.”
Sistemler kendilerini çoktan sorgulamaya başladı. Kapitalist sistem, neoliberal politikalar, milli muhafazakâr yapılar birer birer can çekişiyor gözlerimizin önünde. Virüs zengin-fakir diye ayırmadı belki ama zenginler “ sakin ol camp” diyerek nobran tavırlarla “hayatta kal”maya daha uzun ve konforlu devam ederken; işçiler, yaşamak ve yaşatmak zorunda olan emekçiler “sokakta kalmaya” devleti tarafından mahkûm edildiler. Çünkü kapitalist sistemler “gölgesini satamadığı ağacı keser” mantığıyla göz yummaktalar Korona’nın başımızı kesmesine.
Ne bütün bankaları kapsayan kredi ertelemesi, ne esnaf desteği, ne kira, ne fatura ertelemesi. Ne de acil durumlar sosyal yardım fonu… Yine maskelerini takıp Kanal İstanbul ihalesi yaptılar. Torba yasa ile çocuk istismarcılarını bağışlamayı konuştular, erken tanı kitleri ile oyunmuş gibi oynadılar. Sonrada “balkonlara çıkıp “ sağlık personellerini alkışladılar.
Ve ağızlarından düşürmedikleri ecdatlarının en önemli sözünü unuttular “ insanı yaşat ki devlet yaşasın !”
Doğanın gücüne tahtacı Alevileri kadar inandım, güvendim hep. Lütfen bu doğadan ve doğal bir seçilimse “korona; sen mevzuyu biliyorsun! “ diyorum.
Hadi kalın sağlıcakla. Kalabiliyorsanız. Kalamayanlara hayatımı bir borç bilirim…
""Duyuyor musun bu konuşmaları? Sanmam çünkü bu azınlığın içerisinde değilsen kulağın haberlerde. "". Aynı GEMİDE ! Kamil,, aklına sağlık, Berna Can.